1 Eylül 2014 Pazartesi

Aziz Misafir

Önceki hafta sonu çok yakın bir arkadaşımın düğünü için Tokat'taydık. Kızımın katıldığı ilk düğün olması ve gelin arkadaşımın canım ciğerim olması hasebiyle benim için önemli bir düğündü. Kızımın kıyafetini kendim hazırladım :) Sarı ve pembe kombinasyonu ona çok yakıştı. Küçük tacı, altın sarısı converse ayakkabıları bile vardı:) Ama küçük hanım gelin odasında çekildiğimiz bir kaç resim sonrasında, gümbür gümbür seslerin içinde mışıl mışıl bir uykuya daldığından dolayı başka resim çekilemedik. Kıyafetinden de hevesimi alamadım ama olsun, yaptığıma değdi. Herkes çok beğendi :)


Düğünden sonra diğer bir canım ciğerim olan arkadaşımın evinde kaldık ve ertesi gün çok sevdiğim ailesiyle birlikte Niksar Çamiçi Yaylası'nda piknik yaptık. Çok harika bir yer. Eşim de ben de orman hasretiyle yanıp kavrulan türden kişileriz. Dolayısıyla bizim için mükemmel bir ortamdı. Uzun zamandır görüşemediğim sevdiğim insanlarla buluşmak ve vakit geçirmek de kesinlikle paha biçilemez. Küçük hanım da cıvıl cıvıldı. Sürekli kendi kendine gülüyordu. Onun mutluluğu hepimize yansıdı. Sanırım o da annesi ve babası gibi doğayı çok sevecek:) 


Gelelim esas meseleye...

Daha önce Çocuk Büyütmek ama Nasıl? isimli yazımda bu aralar Anadolu Pedagojisi ve Montessori Eğitim Sistemi'yle ilgilendiğimden ve paylaşmak istediğimden bahsetmiş ve bir giriş yapmıştım. Şimdi biraz daha detaylandırmak istiyorum. Öncelikle Anadolu Pedagojisi'nden bahsetmek istiyorum çünkü işin özü buradan başlıyor.

Anadolu Pedagojisi şimdiye kadar sadece Uzman Pedagog Adem Güneş'ten duyduğum bir kavram. Aslında Osmanlı Devleti'nde çocuk yetiştirme ile ilgili bir kaç şey duymuş olmama rağmen, Anadolu'da halkın içinde çocukların nasıl yetiştirildiği ile ilgili hiç bir fikrim yoktu. Açıkçası üzerinde düşündüğüm bir konu da değildi. Ben hep gözümü Avrupa'ya dikmiştim. Genelde yabancı kaynakları okuyup oradaki tavsiyeleri hayatıma uyarlamaya çabalıyordum fakat uymuyordu. Mesela ağlatarak uyutmak... İçim kan ağlaya ağlaya denedim... İlk başlarda işe yarıyor gibi görünse de, sonuç : Annesine daha çok yapışmış bir bebek ve içi sızlayan bir anne.  Şimdi anlıyorum ki kaş yapayım derken göz çıkarmışım. Kızımın güven duygusunu sarsmışım. 

Anadolu Pedagojisini incelediğimde gerçekten benim değerlerimle uyumlu olduğunu gördüm. Adem hocamın radyo programındaki her cümlesini içim sızlayarak dinledim, Çocukluk Sırrı adlı kitabını kendi çocukluğumu değerlendirerek okudum.  Okuduğum ve dinlediğim her şey beni çok etkiledi. Fakat uygulama konusunda çok başarılı olduğumu söyleyemeyeceğim çünkü bazı şeyler o kadar kalıplaşmış ki değiştirmekte çok zorlanıyorum. Ama yılmadan çabalamaya devam edeceğim.

Anadolu Pedagojisini Adem Güneş kısaca şöyle anlatıyor;

Çocuk Eğitimi kültür ve evrensel kabul görmüş değerlerden bağımsız olamaz.Birçok medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan Anadolu toprakları çocuk eğitiminde kendine has bir usul ve yöntem takip etmiştir. Ve tarihe “İstanbul Beyefendisi, İstanbul Hanımefendisi” diye anılan saygın bir insan modelini ortaya koymuştur…
Maalesef globalleşen dünya ülkeleri kendi kültür ve değerlerinden koptuğu kadar çocuk eğitiminde de sorunlar yaşamaktadır. Ülkemizde de son yıllarda çocuk eğitiminde yaşanan sorunlar bundan farklı değildir.

Halbuki Anadolu Pedagojisi, ne kendi kültürel değerlerinden kopmuş ve ne de kendi dışındaki kültürlere kapalı kalmıştır…
Mevlana’nın ifadesi ile bir ayağını pergel gibi merkeze sağlamca basarak, diğer ayağı ile bütün dünyayı kucaklayacak bir eğitim felsefesi ortaya koymuştur Anadolu Pedagojisi… 

Ve bu eğitim felsefsi, sevgi ve inançta Mevlanaları, Hacı Bektaşları, Yunusları… 
Liderlikte Osman Gazileri… Fatihleri…
Musikide dillerden düşmeyen Dede Efendileri… ruhundaki inceliklerin sadece musikiye değil, çiçek ve bitkilere de ilgili kılan Buharizade Mustafa Efendileri (Itri)….

Duygu dünyasındaki incecik nakışları “hat” sanatı ile ortaya döken İsmail Zühdü Efendi, Derviş Ali Efendiler gibi binlerce şaheser insanın yetişmesinde vesile olmuştur…
Günümüz dünyasının “ben merkezci” eğiticiliğine karşı “sosyal empati” gücü yüksek insan yetiştirmeyi… duygu dünyasında incelikler barındırmayı, inançla gerilmeyi becerebilen, ruhu insan sevgisi ile dolu, kalbi güven duygusu ile donanmış çocuklar yetiştirmeyi amaç edinmiş bir pedagojik yöntemidir Anadolu Pedagojisi.

Şiddetten uzak, insana hak ettiği için değil, insan olduğu için saygı duyan, zihinsel değil, duyuların gelişimine önem veren eğitim sistemidir Anadolu Pedagojisi…
Eğitimde ceza ve mükâfat çocukları “edilgen” hale getirdiği için, ceza ve mükafatın eğitimde olmaması gerektiğine inanır Anadolu Pedagojisi…
Çocuğun fıtratını bozmadan, onu en doğal hali ile yaşama hazırlama rehberliğinin adıdır Anadolu Pedagojisi…
Bir başka deyişle, Anadolu pedagojisi çocuğa “zoraki” bir kişilik kazandırmak yerine, onun yaratıldığı en doğal hali ile kalabilmesi ve kendi fıtratını bozmamaya gayret eder… ve her çocuk özeldir der…
Bu maksat ile çocuğun biyolojik ritmin bozmadan, onu edilgen hale getirmeden, aşağılamadan, onurunu kırmadan, kendi doğal yaşamı içinde gelişimini desteklemektir Anadolu Pedagojisi…

Çocuk eğitiminin baskı ve zorlamalarla değil “duyarak” ve “hissederek” olduğuna inanır Anadolu Pedagojisi… Bu açıdan bakıldığında, kendi kültürel değerleri ile barışık ve modern dünyadaki gelişimleri de içinde barındıran, çocuğun var olduğu hali ile kabul gördüğü bir pedagojik yaklaşımdır Anadolu Pedagojisi…

Bu pedagojik yaklaşımın beni en çok etkileyen yanı çocuğa duyulan saygı... Bunu Çocukluk Sırrı adlı kitaptan bir kaç cümle ile açıklamak istiyorum;

Orta Çağ Avrupası'nda çocuğun 'günahkar' olarak dünyaya geldiği düşünülüyordu. Çocuk, 'şeytanımsı' insan olarak görülüyor,'bir gün bile yaşayıp vaftiz olmadan ölse, gideceği yerin cehennemin bizzat kendisi' olacağı söyleniyordu. Oysa aynı dönemde Anadolu'da çocuk, aile içinde 'aziz bir misafir' olarak kabul görüyordu. Çocuğun kişilik ve karakterine zarar gelmemesi için azami dikkat ediliyordu.

Dünkü Batı, çocukluk sırrından habersiz, çocuklarını 'ceza' ve 'şiddet' ile 'adam etmeye' çalışırken, Anadolu topraklarında evdeki aziz misafire -bırakın ceza verilmesini- kaşların dahi çatılması, 'insan ruhuna' saygısızlık olarak kabul ediliyordu.

Çocuğa değer vermek böyle bir şey... Onu Allah'ın bize emanet ettiği ve öyle yada böyle bir gün evimizden ayrılacak olan aziz bir misafir olarak kabul etmek... Bu düşünceyle ona sevgi, saygı ve sabır ile yaklaşarak onu ruhunu bozmadan büyütmek...

Yazılacak o kadar çok şey var ki bir sayfaya sığdırmak mümkün değil. Bir sonraki yazımda bu konuya devam edeceğim.


Devamını Oku »